90 + (Hayata Dair)

Futbol maçlarının doksanıncı dakikasına doğru dördüncü hakem elindeki tabelayı kaldırarak orta hakemin maça kaç dakika ilave ettiğini gösterir. Takımınız galipse galibiyeti korumak için, mağlup ise en azından beraberliği veya berabere giden maçı lehinize çevirmek için bir fırsattır bu. Maçı televizyondan seyrediyorsanız bu uzatma dakikasını ekranda görürsünüz, eğer statta iseniz maçın heyecanı ve temposu içinde kaçırabilirsiniz. Ya yanınızdakine sorarsınız ya da aynı heyecan ile son düdüğe kadar maçı izlersiniz. Geçen ay babamın rahatsızlığı nedeni ile yaz aylarının sıcak ve zorlu geçtiğini “Cehennem Sıcağında” dizisi anısı ile paylaşmıştım. 22 Ağustos günü fakültede öğlen yemeğinde annesi de babam kadar rahatsız olan sevgili Hasan Demirkan’a “hakem, uzatma tabelasını kaldırdı ama o tempoda kaç dakika göremedim” demiştim. Nitekim o akşam babam Mustafa Karagözlü’yü kaybettim. 28 günlük mücadele sona ermişti. Kazananı da yoktu, kaybedeni de. Sevgili Hasan hocamda dört gün sonra annesini kaybetti. İkisinin de mekanı cennet olsun. Bu acılı günümüzde bizleri yalnız bırakmayan dostlarımıza ve Karşıyaka Life ailesine teşekkür ederim.



Babamı 86 yıllık hayatının sonunda ebediyete uğurladık. Şair Cemal Süreyya’nın dediği gibi “her ölüm erken ölümdür”. Gerçekten de her ölüm gençtir, hele babanızsa. Kaç yaşında olursa olsun o ailenin direğidir, sığınacağınız liman, soluklanacağınız ulu bir çınardır. O gittikten sonra liman da, çınar da siz olmak zorundasınız, belki de işin zorluğu burada olup babamızı bencilce mi özlemeye başlıyoruz ? Ancak şunu bir daha anladım ki hayatımızda ailemizin yeri çok farklı. Anneniz, babanız, eşiniz, çocuklarınız, akrabalarınız, dostlarınız. Hayatımızda yaşam ve iş tempomuz ile yeterince zaman ayıramama bahanesine sığınırsak, ileride onları kaybettiğimizde acınızın daha da büyüdüğünü göreceksiniz. Aksi durumda dimdik oluyorsunuz, metanetle, size öğrettiği gibi dimdik ve ayakta. Ama baka kalırsınız arkasından. Özellikle oğlum Kaan doğduktan sonra son onbeş yılda eşimle birlikte annelerimiz ve babamıza daha çok zaman ayırmaya çalıştık. İyi de olmuş, iyi ki yapmışız. Kendimiz için sıradan veya keyifli ortamları, zevkleri anne ve babanızla da en az bir kez olsun paylaşın. İleride pişman olmayacaksınız. Onları kaybettiğinizde asıl acı ve üzüntüler, işte bu noktada karşınıza çıkacaktır. Onları özlediğinizde, bir yerlere gittiğinizde, bir tadı, bir kokuyu gidenler ile paylaşmadıysanız pişmanlıklar, özlemler, acılar artacaktır. İleride “ben buraya babamla gelmiştim”, “ben bu lokantada annemle yemek yemiştim” dediğinizde o anlara gidip, acı ve özlemlerinizi o güzel anılar ile unutuyorsunuz. Ne kadar çok güzel anı biriktirirseniz, acı ve özlemin o derece azalacağını unutmayın. Tabi anne ve babanız ile küçüklükten bu yana yaşadıklarınız hatıralarda birikiyor. Babam ile ilk gittiğim Karşıyaka maçı. İzmir Fuarında havuz başında kuğulara gevrek atma. Lunaparkta binilen atlıkarınca. Kemalpaşa camiinde ilk bayram namazı. İlkokulun ilk günü ellerini sıkı sıkı tutma. Üniversiteyi kazanmanın sevinci ile karşılıklı iki kadeh içme. İlk maaşınızı bir restoranda ıslatma. Müstakbel eşinizi tanıştırdığının o an. İlk acı kaybınızı birlikte hafifletme. Annem 14 yılı aşkın felçli olarak yatsa da birlikte kutladığınız her doğum günü, her evlilik yıldönümü, sevgililer günü. Hepsi bir anı. Kısa ve küçük tecrübem bana bunu öğretti.

Bu anlattıklarımı babamın hastalığı sırasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tanıştığımız, aynı dönemde yoğun bakımda ve serviste odasını paylaştığı Sevgili Erdal Uran “Bakmak ve Görmek” yazısında ne güzel anlatmış.

Yürürken yanımızdan geçen bir aşinayı o an farkına varmadan geçer ve dakikalar sonra anımsarız. Bu görmeden dalgın geçiş, hayatımızda birçok güzellik için geçerlidir. İşte çoğunlukla hayat da, yanımızdan sevimli yüzü ile geçer gider. İhtiraslar, hırslar ve empozeler içinde onu görmez ve treni kaçırmış bir yolcu gibi biz onu kaybetmek üzere iken anımsarız. Bu yaşamın bir çok nimeti için aynıdır. İçimize bir harcamışlık ve harcanmışlık duygusu çöker. Hüzünlenir hatta hırçınlaşırız. Kaybettiğimiz zaman ve mut bizim telafisi imkansız acı faturamızdır. Belki Seneca'nın sözünü bir ilave ile söyleyecek olursak. “Bizler zaman yoksulu değil zaman müsrifiyiz veya bizler zaman ve mut yoksulu değil onların müsrifiyiz”. Oysa çevremize Pavlov’un köpekleri gibi şartlanmış olarak bakmadığımız zaman ne gibi mutluluklar ve nice güzellikler kaybettiğimizi görmemiz işten bile değil. İskeledeki balıkçıda, simitçinin bağırışında, denize değen beyaz martının çığlığında, omzunu denize yaslamış çamın gölgesinde, topunun peşinden koşan bir çocuğun kahkahasında, geceyi süpüren çöpçünün sıla türküsünde, gün doğumunda, gün batımında, bir kır kahvesinde, bir bardak çayda mutun ve hayatın birçok gizemi bizi bekler. Bunların ve daha sayabileceğimiz binlerce nimetin, hatta nefes alabilmenin büyük gizeminde. Yağmur damlasında önünden yanından ve içinden geçtiğimiz ve görmediğimiz bir yığın güzellik de. Biri bizi uyarabilse yaşamın değeri nice değişirdi. Başkalarının nimet diye baktığı birçok güzellik eğer bizim alışkanlık dediğimiz nankör duygu içinde kaybolmuşsa onların değerini yalnız kaybedince anlayabilecek kadar mekanikleşmiş isek acaba neler kaçırdığımızı yalnız kaybedince mi anlayabileceğiz. Nice insanlar gördüm ölüm döşeğinde genç, ihtiyar farkına varmadığı mutlu yaşamın bir dakikasını daha kullanabilmek için çabalayan. Burada hayret ettiğim şey birçok insanın bir sevgiliyi, bir yakını, bir anı değerlendirebilmek için ille onu kaybetmenin gerekliği. Bu kanser çoğunluk insanın beynine hakim. Yaşamın sonuna gelmiş ihtiraslı, gerçek yaşamın mutluluk olduğu öğretilmemiş genç ile, mekanik yıkanmış bir sürü orta yaşlıya, ihtiraslı dev kapitalist hizmetçilerinin unuttuğu bir şeyi anlatmak istiyorum.

Çalışmayı ve kazanmayı çok seven ölen eski eşim tıp doktoru olması nedeni ile ölümün geldiğini hissettiği gün; veda konuşmasında şunları söyledi. “Ne para! Ne mal! Ne de süslü eşyalar! Sen haklı imişsin. Sadece mutlu anlar şen kahkahalı güzel anılar var gözümde. Beni ihtirastan yaşama çektiğin her an ve verdiğin yüce sevgi var yanımda. Hastanede ve görüşemeyeceğimiz yarında sadece onlar yoldaşım oldu ve olacak. Sana bir kere daha teşekkür ediyorum o anlar için”. Ve o gün öldü. Ölüm döşeğini mi bekliyorsunuz uyanmak için! İlle de “Boğaziçi’nde bir fakir Orhan Veli’yim Veli’nin oğlu” ve “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” diyen Şair Orhan Veli mi olmak lazım veya simitle çay üzerine sayfalar yazan Sait Faik mi olmak lazım uyanmak için. Bir yakınım var. Boğaziçi’nin en güzel yerinde senelerce kapalı panjurlar arkasında oturup sevdiklerini incitmenin malına mal katmanın hesabını yapıp yuvalar yıktı ve kendini harcadı. Başka bir tanışım bir gariban insan var, Boğaziçi’ne gidebilmek için evinden iki saatlik yolda üç araç değiştiriyor, Boğaz’a ulaşıp gününü onun güzellikleri içinde kuru ekmek ve olta ile tadına varmağa çalışıyor. Bunun için bir hafta hamallık yapan. bu kişi mi? Yoksa kefeninin cebini doldurmağa çalışan yaşlı kadın mı ? Kim akıllı! Hangisi mutlu? Ne dedi Cahit Sıtkı Tarancı; Her mihnet kabulüm; yeter ki gün eksilmesin penceremden.

Ben bu aciz dostunuz nice şafağını seyrettim İstanbul’un. Kendimi öven değil Tanrının verdiği nimetlerin tadını bilen bir kişi olduğumu söyleyen biri olarak sesleniyorum size. En son ne zaman bir çimene uzanıp pamuk bulutlardan ayağınızı sallandırdınız? Ne zaman sevdiklerinize serenat yapıp onlara dolu zaman ayırdınız. İlle bir şeyler kaybetmeniz mi lazım? Sıyrıl at şu siperliklerinden yalnız önünüzü değil tüm çevrenizi görün. Her gün biraz daha yaklaştığınız ölüm ÖLÜM SİZİ KUCAKLAMADAN SİZ SEVDİKLERİNİZİ KUCAKLAYIN iki televizyonunuz, yazlık ve kışlığınız, bilmem kaç arsanız, kocaman şirketiniz olacak. Sonra kocaman bir musalla taşınız.

Her gün her şeye ve hayata yeniden bakın yeni doğmuşçasına. Hayatla yeniden tanışın geç olmadan. Birileri musalla taşının başında size ve sevdiklerinize “Haklarını helal etmeden !” Bu sentetik kul helalinden sonra Tanrı yukarda soracak “Ben sana nice nimetler verdim, bunları gördün mü? Görmeden yanından mı geçtin? Cenneti ben senin ayaklarına sermiştim. Sen ne yaptın?”



(Karşıyaka Life'ın Ekim 2011 tarihli sayısında yayınlanmıştır)

Yorumlar

Popüler Yayınlar