KARŞIYAKA’NIN KAYIP “GEÇİT KALE”Sİ
(KarşıyakaLIFE'ın Eylül, Ekim ve Kasım 2013 sayılarında ard arda üç bölüm olarak yayınlanmıştır)
Ait olduğu kültüre verdiği önem ve diğer
kültürlere gösterdiği değeri en iyi biçimde gösterdiği 10 ciltlik Seyahatname
adlı eseri ile Evliya Çelebi geçmişimize ışık tutan önemli bir isimdir. Eseri,
yalnızca yaşadığı dönem Osmanlı toplumunun kültürel değerlerine değil, birçok
farklı milletin kültürel birikimine ışık tutmakta ve günümüze ulaşmış veya
ulaşamamış nice soyut/somut kültür varlığı ile ilgili değerli bilgiler
içermektedir. Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler çoğunlukla kendi eseri olan
Seyahatname’den elde edilmiştir ve bu eserde de adı Evliya Çelebi olarak
geçtiği için, bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir.
Seyahatname’de geçen ve kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya
Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Ancak bazı
kaynaklarda onun, Kütahya’nın günümüzde Saray Mahallesi diye bilinen Zeryen
Mahallesi’nde doğduğundan da bahsedilir.
Evliya
Çelebi Seyahatnamesi ve İzmir
Senelerce at üzerinde seyahat etmiş
olması, cirit oynadığını ve iyi silâh kullandığını belirtmesi, Evliya Çelebi’nin
çevik ve sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Çelebi, eserinde
kendisinin de bir kahramanı olduğu olaylardan anlaşıldığı kadarıyla uysal
yaradılışı, zekâsı, gelişmiş mizah gücü ve kültürü sayesinde girdiği ortamların
neşesi olan ve aranan sevimli bir kişidir. Ancak bütün bu özellikleri onu,
gördüğü olumsuzlukları eleştirel bir dille aktarmasından geri koymamıştır.
Zengin bir hayal gücüne sahip olduğu, Seyahatname’nin üslubundan anlaşılan
Evliya Çelebi, serüvenci ruhunu da seyahatlerle beslemiştir. Bu benzersiz
Osmanlı gezmen ve anlatı ustasının yaşadığı yıllar (1611-1683/84) IV. Murad’ın
ve Köprülü sadrazamları Mehmed ile Fazıl Ahmed’in yönetimleri altında iç
politikada iki defa toparlanabilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun duraksama döneminin
sonlarına rastlar. Seyahatname 17. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş
sınırlara ulaştığı 1683 Viyana bozgunu öncesi yıllarında yazılmıştır.
Seyahatname yazılışından iki yüzyıl sonra, ancak 1896 yılında yani 19. yüzyılda
Arap harfleriyle basılabilmiştir. UNESCO ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin 400’üncü
doğum yılına rastlayan 2011 yılını, 2010 Ekim ayında UNESCO ile
ilişkilendirilen anma yıl dönümleri kapsamına almıştır. Bu kapsamda Ege Üniversitesi; tarih, sanat tarihi, halk bilimi, dil bilim, coğrafya ve iletişim alanlarından akademisyenlerin katılımıyla “Kent ve Seyyah: Evliya Çelebi’nin Gözüyle İzmir ve Çevresi” adlı proje iki buçuk yılda gerçekleşmiştir. Bu proje sonucunda Evliya Çelebi’nin satırlarında anlatılan İzmir, disiplinler arası bir yaklaşımla incelenmiş, Evliya Çelebi’nin İzmir ve çevresindeki güzergâhının haritasının da yer aldığı 3 ciltlik kitap ve bir belgesel film hazırlanmıştır. Proje başkanlığını Prof. Dr. Metin Ekinci ve Prof. Dr. Turna Gökçe ile çok değerli 13 bilim insanına İzmir ve ülkemiz kültürüne kazandırdıkları bu eser için teşekkür ederiz.
Evliya Çelebi, 1671 yılında Bergama,
Menemen, Foça güzergâhını izleyerek İzmir Kent merkezine gelmiş. Urla,
Karaburun, Çeşme, Sığacık, Seferihisar, Selçuk, Tire, Bayındır ve Birgi’yi
ziyaret ettikten sonra, Aydın’a doğru yola çıkmıştır. Bu anıları
Seyahatname’nin orijinalinin 3. Cildinde yer alır. O dönemler de yani, Osmanlı idaresinin ilk yüzyıllarında İzmir;
ikinci derece bir sancaktır. Ancak kent, Osmanlı İmparatorluğu’nun 1620 yılında
yabancılara tanıdığı kapitülasyonlardan sonra giderek İmparatorluğun en önemli
ticaret merkezlerinden biri haline gelir. 1619'da Fransız, 1620'de İngiliz
konsoloslukları açılır. Bu arada şehrin nüfus yapısı da değişmeye başlar.
Evliya Çelebi de, 1671'de İzmir'i ziyaretinde, nüfus yapısındaki değişimin ilk
gözlemlerini kaydeder ve Punta (Alsancak) mahallesinde giderek artan sayıda
yerli gayrimüslimlerin, Levantenlerin ve Batılı tüccarların yoğunlaştığını
yazar. İzmir'de 1676'da yaklaşık 30 bin kişinin öldüğü bir veba salgını,
1742'de şehrin yarısının yandığı büyük bir yangın olur. 18. yüzyıl ve 19.
yüzyıllarda kent Fransız, İngiliz, Hollandalı ve İtalyan tüccarların
gözdesidir. Bu gelişmeye paralel olarak, eyalet merkezi (Aydın eyaleti) önce
1841'de geçici olarak, sonra da 1850'de temelli İzmir'e aktarılmıştır.
1671 yılında Karşıyaka ise bahçelik,
ağaçlık. Deniz kenarında birkaç iskele. Yamanlardan, Menemen’den, Bergama’dan
gelen ürünlerin toplanıp deniz yolu ile İzmir’e yelkenli takalar ile gönderildiği
adeta bir küçük meydan. Yerleşim Yamanlar eteklerindeki iki köy. Bir de kale.
Şimdiye kadar yazılan kitap ve makalelerde rastlamadığım bir kale.
Karşıyakamız’ın tarihi çok eskilere gitmez. Hocamız Prof. Dr. Ersin Doğer Küçük
Yamanlardaki höyükte çıkan geç Neolitik dönem (MÖ 5000) seramikleriyle
ilişkilendirir. Daha sonraki yıllarda ise Karşıyaka, İzmir’in karşı kıyısında
ormanlık ve bahçelik bir mesire yeri olarak kalıyor. Ta ki 1865 yılında
demiryolu geçtikten sonra Karşıyaka’mız hızlı bir gelişim gösteriyor.
Şimdilerle kıyas edilemeyecek,
seyahatnamede adı bile geçmeyen Karşıyaka’nın, o dönemine az da olsa bir ışık
tutmak için bu kale Seyahatname’nin satırları arasına sıkışıp kalıvermiş. Evliya Çelebi’nin, Menemen ziyareti ve
ardından Karşıyaka üzerinden İzmir’e giderken anlattıkları; sadeleştirilmiş
Türkçe ile Kent ve Seyyah’ın birinci cildinde şöyle diyor; “Melemen (Menemen);
öncelikle şehrin içinde büyük bir kubbenin altında Emir Kadı hazretlerinin
türbesi bulunmaktadır. Çoklukla kadınların ziyaret ettiği bir yerdir. Yüzlerce
kerameti görülmüştür. Onun sırrı kutsaldır. Bu şehirde yeniçeri serdarı Hacı
Süleyman Ağa ile vedalaşıp, oradan yoldaşlar alıp kıble yönünde bağ ve bahçeler
içerisindeki gölgeli büyük ağaçlar altında işlek bir yol üzerinde kahvehaneleri
seyrederek ve ab-ı hayat içerek üç saatlik bir yolculuktan sonra deniz
kıyısında İzmir körfezi kıyısındaki bir kumsalda bulunan “Geçit Kalesi”ne ulaştık”.
İşte, Seyahatname’de Geçit Kalesi olarak adı geçen yer bu günkü
Karşıyaka çevresi. Seyahatnamenin orijinal yazımında Evliya Çelebi şöyle diyor; “..vegahaneler temaşa idarek ve ab-ı
hayat kuyü suları nüşiderek leb-i deryada İzmir körfezi kenarında bir kumsal
yerde kal’a –i geçit sene (…) tarihinde ebü’l-feth sultan Mehmed
binasıdır…..”.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde geldiği
Geçit Kale’yi anlatmaya devam ediyor:
“Fi tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Daire
şeklinde, büyük kule şeklindeki cephaneliği, dizdarı ve neferleri bulunan dört
dörtlük bir kaledir. İzmir Körfezi ağzına konumlanmıştır. Urla’ya, Kuşadası’na
ve Balat şehrine gitmek isteyen yolcular İzmir’e uğramadan bu kaleden gemiler
ile hareket ederek istediği yere geçerler. Hakir (Evliya Çelebi,
Seyahatnamesinde kendini bu sıfatla ifade eder. Hor görülen, zayıf anlamında
bir tevazu ifadesidir) burada dinlenip, dizdarın yemeğini yiyip oradan İzmir
körfezi kıyısından iki saat boyunca kayalı, dağlı ve bağlı yerlerden geçerek
doğu tarafına yöneldik”.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde
şimdiki Karşıyaka’nın bulunduğu coğrafi konumdaki ziyareti işte bu kadar yer
alıyor. Geçit Kale’den hareket eden Çelebi Halkapınar mesiregâhına (mesiregah
–ı Halkalı Bınar) ulaşır ve burada bir eğlenceyle karşılaşır ve şöyle der:
“Meğer bütün İzmir’in ileri gelenlerinin, Mollaların, (…) Efendilerinin bu
eğlence yerinin içerisinde büyük ziyafetleri varmış. Seyislerimiz ile birlikte
geçinde adam gönderip hakiri bütün adamlarımla birlikte ziyafete davet ettiler.
Hakir dahi davete katılıp ileri gelenler ile birlikte tanışıp, şereflenip çoğu
eski dostlarımız idiler. Seyahatnamede İzmir’i anlattığı bölümün sonu şöyle
biter. Körfezin iki yakası birer mil mesafe ile karşı karşıyadır. Çok lezzetli balıkları vardır (…ve bu
lodostan şarķa seksen mil tulani bir körfez deryanın nihayetindedir arzı bir
mil karşukarşuyavasi’dir leziz mahsulleri olur)”.
Geçit
Kale Neredeydi?
Evet, bugün bir tek iz bulunmayan
Geçit Kale neredeydi? O dönemde ciddi bir iskele ve insanların Urla’ya
Kuşadası’na Balat’a muhtemeldir ki Çelebi gibi Menemen, Bergama yönünde
gelenler –gidenlerin kesiştiği yer, hatta Çeşme ve uzak adalara gidenler
buradan yola çıkıyordu. İzmir şehir merkezine buradan bağlanıyordu. Kale ve
kalede bulunan askerler, yol ve yolcu güvenliğini sağlıyordu. Geçit Kale’yi
bulmak için Kent ve Seyyah’ın üçüncü kitabında Turan Gökçe, İbrahim Şahin,
Abdullah Temizkan ve Ersel Çağlıtütüncigil’in araştırmalarını inceleyerek
araştırmamıza devam edelim.
Geçit
Kale ile ilgili bugüne ait hiçbir iz bulunamamasından öte bu kalenin o
dönemdeki yeri ve ortadan nasıl kalktığı da derin bir araştırma konusu. Zira
bugün itibariyle Geçit Kale’den söz eden tek kaynak Evliya Çelebi
Seyahatnamesi. Bunun dışında, başka bir kaynak bilgimiz dâhilinde değildir.
Kalenin yapılış zamanı, sebebi, şekli ve yeri seyahatnamede izahlı bir şekilde
yer almaktadır. Ancak seyahatnamedeki bu bilginin aksine, 15-16. yüzyıllarda,
İzmir’deki mevcut mimari anıtların listesini veren M.S. Kütükoğlu yaptığı
çalışmada Geçit Kale’den hiç söz etmemektedir. Diğer yandan Seyahatname’de
verilen inşa tarihinin hatalı olabileceğidir. Çünkü seyyahımız kaleyi
tarihlendirirken ne bir inşa kitabesinin ne de başka tür kaynağın adını
zikretmektedir. Belki de tarihlendirmeyi rivayetlere dayanarak yapmıştır.
Önce
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinden başka yerde izi bulunamayan Geçit Kale
neredeydi? Önce bu sorunun cevabını arayan araştırmacıların yazılarını
inceleyelim. İbrahim Şahin ve Ersel Çağlıtütüncigil bu konuda ayrıntılı
literatür taramasının yanı sıra coğrafya üzerinde ayrıntılı incelemeler
yapmışlardır. Araştırmacılara göre de Evliya Çelebi, kalenin kesin yerine
ilişkin bir şey söylemez. Sadece “… leb-i deryâda İzmir Körfezi kenârında bir
kumsal yerde, İzmir Körfezi boğazı ağzında vâki’ olmustur” bilgisini nakleder.
Bu bilgilere bakarak kalenin yerini tam olarak söylemek mümkün değildir. Bu
tasvirlere uyan iki bölge öne çıkmıştır. Zira kale işlevi ve stratejik önemleri
gereği, kayalık bir tepe üzerine kurularak, etrafları çoğu kere hendeklerle
kuşatılmış kimi kalelerde görüldüğü gibi Geçit Kale’nin de İzmir Körfezi’ne
hâkim, önünde kumsalın uzandığı, böyle bir tepe üzerinde yer almış olabileceği
ihtimali üzerinde durulmuş ve bu doğrultuda incelemelerde bulunulmuştur.
Birincisi; tarife en uygun yer olarak, Karşıyaka’nın Soğukkuyu mevkiinde,
düzlükten içeri girildiğinde, Yamanlar Dağı’nın eteklerinde, ovaya hâkim bir
yükseklikteki Küçük Yamanlar Tepesi’ni tespit edildi. Burası yerel halkça
Değirmendağı veya Değirmen Tepe adıyla da anılmıştır. 53 metre yüksekliğindeki
bu tepeyi teşkil eden kayaları çevrede bugün bile görmek mümkündür. Şimdi bu
yerde, 1934 yılında yapıldığı anlaşılan ve günümüzde atıl durumda kalan
büyükbir su deposu yer almaktadır. Tepede, su deposundan başka çoğunluğu moloz
taş, birkaçı da blok taş ve tuğla kırıklarından oluşan moloz yığınları ile çok
sayıdaki seramik buluntusugörülmektedir. Üzerinde bir kalenin bulunabileceği
düşünülen bu küçük tepe, batısında yer alan denize doğru uzanan geniş bir
ovanın kenarında yer almaktadır. Ovanın bir bölümü, tuzla kıyısına kadar sulak
ve bataklık bir alandır. Dolayısıyla bualanın oluşturacağı doğal hendek, hem
bölgenin hem de kalenin savunmasına imkân sağlayacak durumdadır. Araştırmacılardan Y. Doç. Dr. İbrahim Şahin
araştırmasında şöyle diyor; “Evliya Celebi, Melemen’deki ziyaretini tamamlayıp
İzmir’e doğru üç saat yolculuktan sonra geldiği yer olan Geçit Kal‘a da o
devirde Melemen sınırları dâhilindedir. Yol günümüzde kullanılmakta olan
Menemen-İzmir hattıyla neredeyse aynı çizgiden geçmektedir. Bu günkü yol
devreye girmeden önce kullanılan eski yol Menemen’den başlayarak sırasıyla
Koyundere, Ulucak, Küçük Çiğli, Büyük Çiğli, Serinkuyu (Ağırkuyu) ve
Dedebaşı’ndan geçerek Soğukkuyu’ya ulaşıyordu ki Geçit Kal‘a da buradadır.
Melemen’den Geçit Kal‘a 3 saatlik yolculuk mesafesi, Menemen’den Soğukkuyu’ya
uzaklığın 20 km civarında olduğu dikkate alındığında yol mesafesi kaynaklarda
verilen saat bilgileriyle örtüşmektedir… Geçit Kale hakkında belki de tek bilgi
kaynağımız olan Seyahatname’den ve sahada yaptığımız incelemeler sonucunda
edindiğimiz kanaat, kalenin günümüzde Soğukkuyu’daki Çamlık (Tepesi)’nde
bulunduğu yönündedir. Bu durumda Çelebi’nin bahsettiği iskele de Naldöken’in
alt taraflarında bulunan Alaybey limanıdır. Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği
kayalı dağlı ve bağlı yerler günümüzde Soğukkuyu ile Halkapınar arasında kalan
bölgedir. Burada bulunan Naldöken, İzmir merkezi ile günümüzde Karşıyaka olarak
bilinen bölge (eski zamanlarda Menemen topraklarıdır) arasında en önemli
geçittir. Adından da anlaşılacağı gibi hayvanların çıkmakta zorlandıkları sarp
ve taşlık bir yerdir. Çelebi’nin Geçit Kale’nin bulunduğunu düşündüğümüz
Çamlık’ın hemen aşağısında bulunan Naldöken isimli geçitten inerek İzmir’e
yöneldiğini tahmin etmek zor değildir. Bölgenin en yaşlı insanları da buradaki
en eski yolun Naldöken’den geçerek Turan, oradan Bayraklı, Salhane üzerinden
Çınarlı’ya ulaştığını söylemektedirler. Yol burada, birincisi Bornova’ya diğeri
Alsancak yönüne olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Seyyahımız birinci yolu
kullanarak kendi deyimiyle Mesiregah-ı Halkalı Bınar’a ulaşmış; buradan
başlayarak da İzmir merkezini dolaşmıştır”.
Buna
karşın Y. Doç. Dr. Ersel Çağlıtütüncigil yine Karşıyakalı hocamız Prof. Dr.
Ersin Doğer, Küçük Yamanlar Höyü’ğü olarak adlandırdığı bu tepede, ele geçen
değişik zamanların çanak çömlek kırıkları ile erken döneme ait küçük bir kale
duvarının birkaç tas bloğundan söz etmektedir. Yine Ersin hoca çalışmasında su
deposu yapılırken höyüğü oluşturan kültür tabakalarının tahrip edildiği,
birbirine karıştığını belirtmektedir. Yine tepede mevcut olan yerleşimler
içinde 18. ve 19. geç Osmanlı dönemine ait seramikler vardır. Muhtemelen bu
tepeye adını veren değirmenden kalan kalıntılar olduğu tahmin edilmektedir.
Araştırmacı Ersel Çağlıtütüncigil bu nedenlerden dolayı tepede bir Türk
kalesinin varlığını kabul etmek için yeterli bir delil teşkil etmediği gibi,
ilk çağlardan beri yer alan kaleninde Türk döneminde kullanılmış olabileceği
fikrine katılmamaktadır. Bu nedenlerle de kalenin yerinin Küçük Yamanlar
Tepesi’nde olmadığını düşünmektedir.
Çağlıtütüncigil
araştırmasının devamında kalenin yeri hakkında şöyle devam eder “Geçit Kale’nin
konumlandırılmış olabileceğini düşündüğümüz asıl nokta, Evliya Çelebi’nin
naklettiği bilgileri de dikkate alarak, şehrin kuzeyinde, bugünkü Bostanlının
nüvesini oluşturan Papaz Köy civarında, kıyıya yakın bir yer olmalıdır.
Tahminimize göre bu yer, körfezin kuzey kıyısında, Gediz Nehri’nin Ege
Denizi’ne döküldüğü eski ağzına yakın konumda, bir dönem Menemen İskelesi’nin
de bulunduğu, küçük girinti seklindeki körfezdir. Ancak bu körfez ve iskele,
Gediz’in yüzyıllardır taşıdığı alüvyonlar neticesinde, 19. yüzyılın ortalarında
sığlaşarak kapanmıştır. Sonraki dönemlerde, kıyıda yapılan dolgularla yeri
tamamen kaybolmuş ve çevresine çok katlı apartmanlar inşa edilmiştir. Körfezin
çevresindeki manzara yüzyıllar boyunca değişmiştir. Bugünkü durum son yüzyılda
yapılan değişimlerin sonucudur ve bu değişimlerin birçoğu yenidir. Dolayısı ile
hem körfez hem dekaleye ait diyebileceğimiz ne bir duvar kalıntısı ne de başka
bir buluntu tespit edilememiştir.
Geçit Kale
Nasıl Tarih Oldu?
Y.
Doç. Dr. İbrahim Şahin kalenin bugünkü Küçük Yamanlar’da olabileceğini öne
sürerken Y. Doç. Dr. Ersel Çağlıtütüncigil araştırmasında hem burayı
değerlendirilmiş hem de bu günkü Bostanlı’da olabileceğini öne sürmüştü. Ancak
araştırmalarını derinleştiren Çağlıtütüncigil, Piri Reis’in İzmir kıyılarını
gösteren, 1521 tarihli Kitab-ı Bahriye ve 1654 tarihli Kitâb-ı Cihânnümâ gibi
eserleri incelemiştir. Fakat her iki kaynakta da ne körfeze ne de kaleye ilişkin
hiç bir bilgiye rastlanmamıştır. Çağlıtütüncigil araştırmasına şöyle devam
ediyor “Bu durumda, kalenin yeri hakkında eldeki tek veri Evliya Çelebi’nin:
“…üç saatlik biryolculuktan sonra deniz kıyısındaki bir kumsalda bulunan Geçit
Kalesine ulaştık” seklinde naklettiği bilgidir. Bu bilgiye bakarak kalenin, 19.
yüzyılın ortalarında kapanan bu küçük körfezin gerisinde bir noktada, deniz
kıyısına yakın bir konumda inşa edilmiş olabileceği düşünülebilir. Çünkü bu
konum sayesinde kuzeyden gelerek körfeze uğrayan ve kale önüne demirleyen
gemilerin yükleme ve boşaltma isleri rahatlıkla kontrol edilebilmekteydi… Geçit
Kale’nin bu küçük körfeze yakın bir noktada yer almış olabileceğini düşünmemizi
sağlayan bir başka neden ise yukarıda sözünü ettiğimiz Sancak Kale’dir. Belki
de İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının iki yakasına kurulan kaleler arasındaki
ilişkinin bir benzeri İzmir Körfezi’nin ağzında, karşılıklı iki kıyı üzerine
inşa edilmiş olarak Geçit Kale ile Sancak Kale arasında da mevcuttu. Diğer bir
ifade ile İzmir Körfezi’nin bu kesimindeki geçidin darlığı sayesinde,
karşılıklı duran bu iki kale güvenli bir savunma ve kontrol sistemi oluşturmuş
olmalıydı. Diğer taraftan, kalelerin inşası sadece askeri bir zorunluluk değil,
aynı zamanda mali bir önlemi de olsa gerekti. Çünkü kent, önemini deniz
ticaretine ve limanına borçluydu. Dolayısı ile gümrük ödemeden geçip giden
gemiler durdurularak limana giriş ve çıkışlar denetlenebiliyor, bu şekilde
şehrin hem ticari kaybının önüne geçiliyor hem de ekonomik önemini yitirmemesi
sağlanıyor olmalıydı. Zaten Evliya Çelebi’nin Sancak Kale’nin inşası için
verdiği bilgiler de bu yöndeki düşüncemizi desteklemektedir”.
Şimdi
de bu kaleden neden hiçbir iz olmadığına cevap vermeye çalışalım. Geçit
Kale’den bir iz kalmadığının nedenlerini yukarıdaki araştırmacıların
çalışmaları ile irdelersek; Yapının ne sebeple, hangi tarihte veya çağda
yıkıldığı kesin olarak belirlenememektedir. Bu konuda haber veren kaynaklara da
sahip olunmayıp araştırmacılar kalenin yıkılma zamanı ve sebebini inceleyerek,
gözlemleyerek şu kanıya varmışlardır. Bunlardan ilki körfezin girişine, Geçit
Kale’den yaklaşık 200 yıl sonra, ikinci bir kalenin inşa edilmesidir. Sancak
Kale’nin, Geçit Kale’den görülebilecek bir uzaklıkta yer alması, önceki kalenin
dikkate alınarak konumlandırıldığı düşünülmektedir. Dolayısıyla Geçit Kale’nin
17. yüzyılın ortalarında hala ayakta olduğunu düşünülmektedir. Evliya
Çelebi’nin bölgeyi ziyaret ettiği 1671 yılından sonra, İzmir ve çevresinin
çeşitli saldırılara uğradığı ve pek çok deprem geçirdiği de bilinmektedir.
İzmir’e ciddi hasarlar veren bu depremlerden 1688 tarihindeki hayli yıkıcı
olmuş ve kentteki pek çok binayı tahrip etmiştir. Merkez üssü Sancak Kale
civarı olarak gösterilen 1688 depreminden Geçit Kale de nasibini almış, belki
büyük bir bölümü belki de tamamı yıkılarak harabe haline gelmiş olmalıdır.
Çünkü Sancak Kale’nin hemen karşısındaki kıyıda yer alan Geçit Kale’nin
böylesine şiddetli ve merkez üssü çok yakın bir depremde hasar görmemesi
düşünülemezdi. Yani yapının 17. yüzyılın sonlarına doğru, büyük ölçüde ortadan
kalkmış olabileceğini araştırmacılarca kabul edilmektedir. İleriki yıllarda
birbiri ardına gelen diğer depremler ve saldırılar kaledeki tahribatı daha da
arttırmış, zamanla adının ve yerinin unutulmasına sebep olmuştur. Daha sonraki
dönemlerde, 18-19. yüzyıllarda, İzmir’e gelen çok sayıda yabancı seyyah, bilim
adamı ve tüccar kendince şehrin görünüşünü tasvir etmiş; genellikle ait
oldukları kültüre mensup grupların yaşam tarzı ve eserleri hakkında bilgiler vermişlerdir.
Farklı dönemlerden farklı seyyahların vermiş olduğu bu bilgilerinin
karşılaştırılması, yukarıda bahsettiğimiz, kalenin 1688 depreminde yıkıldığı
yönündeki görüşü desteklemektedir.
Sonuç
olarak üç ayda sizlerle tarihini paylaştığım Geçit Kale, döneminde İzmir’in
önemli kalelerinden biriydi. Araştırmacılar “Geçit” adının kaleye, belki de bir
uğrak yeri olmasından dolayı verildiğini söylerken, bu ismi Karşıyaka adının
kökeni üzerine yazılar yazan Prof. Dr. Bilge Umar’da Karşıyaka adının “bahçe geçidi”
adından geldiğini belirtir. Karşıyaka adının Kordelyo'nun öz bir Anadolu ismi
olabileceği söz konusu edilmekte ve etimolojik olarak Gordion, Gördes, Kardakçı
Dağı, Kardamy’la gibi benzer Anadolu isimleri ile bağı bulunabileceği öne
sürülmüştür. Bilge Umar hoca; “Kord(a)-el(a)-ion, “bahçe – geçidi-yeri” adından
geldiğini Luwi diliyle göstermiştir. Geçit kale adını da şimdi de kullanılan
tarihsel ve doğal anayolun Karşıyaka’da Küçük Yamanlar Dağı eteğinden giden ve
kuşkusuz 2-3 bin yıl önce deniz kıyısında, yahut deniz kıyısına pek yakın
bulunan bölümünde olduğunu tahmin etmek çok da yanlış değildir.
Evliya
Çelebi’nin verdiği bilgilere dayanarak küçük körfez girişinin ağzında, deniz
kıyısına yakın bir noktada inşa edilmiş olduğunu düşündüğümüz kalenin, normal
şartlarda denizden veya karadan gelebilecek saldırı anlarında bir savunma rolü
üstlendiği; diğer zamanlarda ise basit bir karakol görevi gördüğü tahmin
edilmektedir. Tahminimce Geçit Kale öyle büyük de bir kale değil, yuvarlak bir
kale duvarı ve bir kuleden oluşmaktaydı (Ersel Çağlıtütüncügil’de çalışmasında
benzer bir tasvir çizmiştir.). Kitapta Abdullah Temizkan’ın makalesinde
Seyahatname’de adı geçen kalelere bakınca İzmir merkezinde Geçit Kale’den sonra
Deniz Kale (veya Liman Kale) ve Sancak burnundan bahsetmektedir. İzmir limanını
koruyan Deniz Kale II. Mehmet (Fatih) zamanında yapılmış dört burçlu, kare
şeklindedir. Sancakburnun’daki, Sancak Kalesi IV. Mehmet tarafından 17. yy. da
yapılmıştır. Yani Geçit Kaleden sonra yapılmıştır. Dolayısıyla Geçit Kale’nin
yerinin Sancak Kaleden çok önce, aradığımız Geçit Kale ile aynı dönemde yapılan
Deniz Kalesi ile karşılıklı olması bana göre de kuvvetle muhtemeldir. Diğer
yandan hem Deniz Kale, hem de sonra yapılan Sancak Kale’de Evliya Çelebinin
anlattığı Geçit Kale’ye göre daha büyük kalelerdir. Geçit Kale tek hisarlı ve
küçük surlu ve Anadolu Hisarın’dan da küçük bir kale olarak Karşıyaka
sahilinde, küçük körfez girişinde, Deniz Kale’nin tam karşısında yer aldığını
tahmin ediyorum. Zaten şehrin büyümesi sırasında Karşıyaka tarafının Gediz
nehrinin alüvyonlarla doldurması sonucu her iki kale de önemini yitirip Sancak
Kale stratejik önem kazanmıştır. Deniz Kale 1872’de tamamen yıkılmıştır. Deniz
Kale (Liman Kale) bu günkü Hisar camisinin deniz tarafında olup karşısına
Karşıyaka Nikâh Sarayı olduğu eski Gediz deltasının doldurduğu burun ve daha
gerisi gelmektedir. Tahminim Geçit Kale’nin bu üçgen (Karşıyaka Nikâh Sarayı –
Küçük Yamanlar – Alaybey kıyısı) üzerinde olmasıdır.
Zaten o dönem eski Gediz deltasında kalan kale, yumuşak zemini üzerinde Evliya
Çelebi’nin ziyaretinden 17 yıl sonra gerçekleşen büyük İzmir depremi ile
yıkılmış. O yıllarda yapılan Sancakkale önem kazanmış ve deprem sonrası
Osmanlının o yıllardaki maddi durumu dikkate alındığında sadece Sancak Kalenin
onarılması işleminin gerçekleştiği düşündürmektedir.
18.
ve 19. YY dönemi seyyahlarının anılarında yer almayan Geçit Kale hakkında
yazılanları ve bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaştım. Bir tarihi yapının
geçmişi konusunda en güvenilir kaynak seyyahların yazıları ve günümüze kalan
bölümleridir. Ancak bunların çoğu Karşıyaka’mız da olduğu varsayılan Geçit Kale
için geçerli değildir. Varsayımları oluşturduk. Dileğimiz, ileriki yıllarda ele
geçecek daha başka belgelerle, konunun aydınlığa kavuşturulmasıdır.
Yorumlar