8 GÜN 8 ÜLKE BALKANLAR TURU (3. Bölüm: KARADAĞ : Budva ve Kotor)
Arnavutluk’dan çıkmadan
elimizdek birkaç Lek var. Üzerini Euro ile tamamlayıp benzin alıyoruz. Litresi
1.16 € . Skobin kapısına yöneliyoruz. Skobin sınır kapısında fazla beklemeden
giriş yaptık. Ulcinj tarafından deniz
ulaştık. Saat öğlenden sonra 15:00. Kıyı kıyı yolumuza devam ediyoruz.
Bratica’yı geçip Dobro Vota üzerinden İtalya’nın Bari kentinin karşısındaki Bar
şehrine girmeden yolumuza devam ediyoruz.
Ve deniz, daha medeni ve
doğal olduğu kadar tüm güzellikleri ile Karadağ veya Montenegro. Monte-Dağ,
Negro-Kara demek, Sırpçası Crna
Gora. Eski Yugoslavya’yı oluşturan 6 devletten bir
tanesi olan Karadağ, 2006 yılın da Sırbistan – Karadağ
federasyonundan çıkarak bağımsız bir devlet olmuş. Henüz AB’ye girmemiş
olsa da Euro olarak kullanılan para birimiyle hazır durumda. Geçim
kaynaklarının önemli bölümü turizm. BU nedenle turiste saygı sevgi, anlayış
var. Alışverişte kandırma yok. Her keseye göre hizmet var. Kalma, yemek ve
eğlence. Çok lüks de yaşayabilirsiniz , sırt çantanızı alıp da gidebilirsiniz.
Karadağ’da
sürücüler kurallara harfiyen uyduklarından hız sınırını kesinlikle aşmıyorlar,
seyyar radarlarıyla polisler her an, her hangi bir yerde denetim
yapabiliyorlar.
Durmani yoluyla Lucice’ye
inmeye karar veriyoruz. Hem bir nefes alıp hem de denize gireceğiz. Adriyatik’in
serin beklediğimiz ama ılık sularına bırakıyoruz kendimizi. Ücretsiz şemsiye,
şezlong ve duş (Çeşme kulakların çınlasın). Bir bira içip yola devam ediyoruz.
Bir sudan ucuz. 0.75 €.
Yolumuzda karşımıza Sveti Stefan çıkıyor. İnternette, Budva diye yazıp
arattığınızda karşınıza ilk çıkan görüntülerden biri Sveti Stefan adasıdır.
Budva’ya gelen jet sosyetenin tercih ettiği adaya maalesef biz sıradan
vatandaşlar için girebilmek mümkün değil. Amanresorts tarafından satın alınan
ada restore edilen evleriyle birlikte komple otele ait. Dolayısıyla adaya
girebilmenin otel müşterisi olmanın dışında pek yolu yok. Yine de şansını
zorlamak isteyenler için 2 seçenek var. İlk seçenek adada az da olsa hala
yaşamaya devam eden bir ev sahibinin davetlisi olmak. İkinci seçenek ise ada
içinde bulunan, rezervasyonları aylar öncesinden dolan restoranlardan birine
rezervasyon yaptırmak.
Budva:
Güzel kıyı kasabası
Budva’nın nüfusu 16.000, ama Karadağ turizminin merkezi olan Budvanska Rivijera
adlı kıyı şeridinin merkezi olarak kumsalları, hareketli gece hayatı ve iyi
korunmuş Akdeniz mimarisi ile yazları yaklaşık 600.000 ziyaretçiyi kendine
çekiyor. Kasaba 3.500 yıllık tarihiyle bölgenin en eski yerleşim yerlerinden
birisi. Booking üzerinden otelimizi
buluyoruz. Oda kahvaltı 75Euro. Şehide doluluk %80. Pazarlığa göre 25-40 Euro
arası pansiyon odalarıda var. Tercih sizin.
Budva, jet sosyetenin yeni gözdesi, Tivat Havaalanına tarifeli seferler var. Havaalanında özel jetlerde
dikkat çekici. Yine Budva marinasında demirli lüks yatlar (özellikle
Rus) bunun açık göstergesi. Bu ülkede paparazzilerin yasak olması, sosyetenin
çekim merkezi haline gelmesinde büyük etken. Sokaklarda gezerken çok sayıda, Rus
güzellerine rastlıyorsunuz. Plajlar kalabalık. Bu plajlarda Madonna gibi
birçok ünlü konser vermiş. Elbette tatil demek eğlence demek, gündüz deniz,
güneş, kum ve beach kulüpler. Gece yemek ve eğlence için çok alternatif
yaratılıyor. Uluslararası DJ’lerin pop, rock, tekno ve house tarzı müzik
yaptıkları bir çok kulüp, bar ve disko var. Yine Budva’nın bazı ilginç
özellikleri var. Örneğin Rolling Stones’un konser vermiş olduğu en küçük
kasaba. Rolling Stones, A Bigger Bang Tour turnesi kapsamında Budva’daki Jaz
Beach‘te sahne aldı. Jaz Beach’te Madonna, Lenny Kravitz, Armand Van
Helden, Goran Bregoviç, Dino Merlin gibi ünlüler de konserler vermişler.
Chest O’Shea’s Irish Pub (Stari
Grad), Garden Cafe, Millenivm, Palma, Rabello (Jadranski put), Ričardova Glava,
Trocadero, Caspar, Hacienda ve Raffaello Grand Cafe, Caffe Greco,
(Stari Grad, giriş ücretsiz, DJ müziği), Caffe Jef, (Stari Grad, giriş ücretsiz, DJ), Maine (folk müzik), Caffe Greco, (Stari Grad, giriş ücretsiz, DJ
müziği), Caffe Jef, (Stari
Grad, giriş ücretsiz, DJ), Maine (folk müzik), Rafaello, Renaissance, Torine,
(Beçici, folk
müzik), Trocadero, Miracle Lounge (Topliş Tepesi, DJ müziği,
giriş gece bire kadar ücretsiz, sadece yazın açık), Miracle
Lounge (Topliş Tepesi, DJ müziği, giriş gece bire kadar ücretsiz, sadece yazın açık)
en ünlüleri ve hemen hepsi de gece yarısına doğru hareketlenmeye
başlıyor ve yaz döneminde sabaha kadar açık kalıyorlar. Ülkenin bir çok
yerinden ve yakın Avrupa ülkelerinden buraya eğlence için hafta sonu kaçamağına
gelen çok sayıda turist var. Özellikle de Budva kızları oldukça güzel ve
çekici. Topuklu ayakkabılarıyla her birinin bacak boyu 1,5 metreymiş gibi
görünüyordu. Sütun gibi deyimi buradan geliyor anlaşılan. Herkes şık, herkes
rahat, herkes eğleniyor.
Biz akşam yemeği Kanoba Demizana'da yiyoruz (Kanoba= Restoran; Demizana= damacana). Foursquer ve tripadvise 5 üzerinden 4.5 verdiği için tercih ettik. Pahallı ama lezzetli ve porsiyonlar bol. Daha sonra daha sessiz kumsalda bir Bar’da oturup
geceyi bitirip otelimize gidiyoruz.
Sabah kahvaltı sonrası eski şehri dolaşıyoruz. UNESCO dünya mirası
listesinde
olan ve 1979 yılında önemli ölçüde zarar gören Old Town 1987’ye kadar restore
edilmiş. Yunanlılar,
Romalılar
ile Venediklilerin
egemenliğinde kalmış. İtalyan mimarisi şehri etkilemiş. Pahalı mağazalarının
vitrinlerine bakarak, dar sokaklarda ilerleyip, dışarıdan bakıldığında eski
şehrin duvarlarını aşan çan kulesinin sahibi Sv. Jovan Katolik kilisesine
yürüyebilirsiniz. Meydanda kurulu olan amfi tiyatronun hemen arkasındaki,
Ortadoks St. Trojice
Kilisesinin var, 1804 yılında yapımı tamamlanmış kilisenin dış
kapı girişlerinin üzerinde oldukça canlı renklerle yapılmış ikonalar bulunuyor.
Şehrin kalan kısmını da gezmeyi tamamladıktan sonra bir sonra Kotor’a doğru
yola çıkıyoruz.
KOTOR:
Budva’dan 11:00 gibi yola
çıktık. Yaklaşık 30 km. Ama biz yolu kıyıdan uzatıyoruz. Zamanınız varsa
mutlaka bu yoldan gidiniz. Önce Jaz kentine uğradık. Oradan Kovaci yolu ile
Mrcevac’a saptık. Tivat burnundan kıyıdaki dar yoldan Donja Lastava, Lepetane,
Donji Stoliv ile Kotor’a ulaştık. Daltel gibi işlenmiş yeşil ve mavinin
buluştuğu fiyordları geze geze yolumuza devam ediyoruz. Yol boyu küçük küçük
keyifli köyleri geçiyoruz. Yerli ve yabancı turistler her köyde var. Denizin ve
hayatın tadını çıkarıyorlar.
Nihayetinde körfezin en
dibindeki Kotor’a
varıyoruz, Kotor
Körfezi (Boka Korotska, Bay of Kotor). Limana yanaşmış olan dev bir Cruize Gemisi tüm
heybetiyle kaldırım kenarına park etmiş gibi duruyor. Denizin kıyıdaki
derinliğini tahmin edebilirsiniz. Eski şehrin an akapısını geçip
köpriyide geçince sağdaki sokağın sonunda bir otopark var. Öğlen saati ve
Temmuz başı olmasına rağmen sirkülasyon o kadar fazla ki, aracımıza yer buluyoruz.
Yürüyerek, surların yanından akan Skurde Nehri’nin körfezle buluştuğu noktadaki köprü üstünden
geçip, parkın içinden yürüyerek Kotor Şehri’nin giriş kapısına geliyoruz.
Kotor
Körfezi‘nde
yer alan ve Sırpça adı Kotor olan 13.000 nüfuslu bu harika kasabanın
adı Latince: Acruvium; Yunanca: Ασκρηβιον, Askrèvion; İtalyanca: Càttaro.
Eski Akdeniz limanı Kotor Venediklilerce inşa edilmiş kale duvarları ile
çevrili ve kasabanın mimarisinde Venedik tarzı hakim.
UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan, Venedikliler
tarafından inşa edilmiş Kotor,
sırtını dağın dik yamaçlarına yaslamış ve iç denizde, doğal bir limanda
konumlanmış bir şehir. Şehri 4,5 km boyunca çevreleyen, 20 mt yüksekliğindeki
duvarların kalınlığı 2 ila 16 mt arasında değişmekte. Çok korunaklı olan bu
şehre, Roma, Bizans, Venedik ve Avusturya egemenlikleri
hâkim olmuş. Şehirde daha çok Venedik
etkisi altında kalmış. Osmanlı’da
bu şehre 16. ve 17. YY’lar da bir süreliğine hâkim olmuş.
Kapının girişinde sol tarafta bulunan Turist Danışma
merkezinden, Stari Grad (old
town = eski şehir) ın bir haritasını ücretsiz olarak temin ediyoruz. Sea Gate (West Gate), River Gate (North Gate) ve Gurdic Gate (South Gate) olmak üzere
şehrin 3 kapısı bulunuyor. Biz, çoğu turist gibi deniz tarafında bulunan ana
kapıdan yani şehrin batısındaki Sea
Gate’den giriş yapıyoruz. 16. YY’ da yapılmış kapının kemer kısmının
üzerinde bulunan Venedik Aslanı
ve en üst kısımda bulunan büyükçe, kabartma yapılmış Eski Yugoslavya amblemi
dikkat çekiyor. Dikkati çeken başka bir şeyde; 2. Dünya Savaşında Kotor’un geri alınmasıyla Tito
tarafından kapı üzerine yazdırılan “TUDE NECEMO SVOJE NE DAMO” “Başkalarına
ait olanı istemeyiz ama bizim olanı da teslim etmeyiz” yazısıyla
beraber, sosyalizmin simgeleyen yıldız ve 21-XI-1944 kurtuluş tarihinin yazılı
olduğu mermer bölüm oluyor.
İçeri adımınızı attığınızda kendinizi orta çağ
şehrinde buluyorsunuz. Ancak çok akalbalık. İnsan selinden şehrin keyfi
çıkmıyor. Daha tenha mevsimde gelmek lazım. Deniz tarafından girdiğimizde
şehrin en büyük meydanı olan Silahlar
(Odoruzja) Meydanında, bizi ilk karşılayan saat kulesi ve utanç taşı
oluyor. Şehrin sembollerinden, 1602 yılında yapılmış olan bu saat kulesi 1667
ve 1979 depremlerinde hasar görmüş ve denize doğru hafifçe eğilmiş. Kulenin
hemen altındaki piramide benzer utanç taşına ise, suç işleyenler bağlanır,
işlediği suç yazılarak boynuna asılır ve teşhir edilirmiş.
Duke Sarayına yaslanmış, uygun fiyatlı kafelerin
çoğunlukta olduğu bu meydandan sağa doğru ilerliyoruz, 1667 depreminde ciddi hasarlar alan
ve sonrasında yenilenen, şehrin zengin ve önde gelen ailelerine ait en önemli
malikânelerinin bulunduğu sokakta, sol tarafta Bizanti ve Pima sağ
tarafta Beskuca ve Buca malikânelerinin önünden geçiyoruz.
Bir arkada Sv. Tripuna Meydanı var. Öğlen
2’ye geliyor hem yorulduk hem karnımız acıktı. Buca Palace (Buca malikanesi)
'da bulunan Astoria butik otel ve restoranı tercih ettik. İçerisi klimalı. Öğlen yemeğimizi bu güzel yerde
yiyoruz. 4 kişi çok güzel 2 makarna, 2 salata, 1 balık, su ve biraya toplam bahşiş dahil 65
euro ödüyoruz. Alaçatı’dan ucuz :)
Yemek sonrası tüm eski şehri
dolaşıyoruz.
Sv Tripuna meydanı
çevresinde Belediye Sarayı, Tarihi Arşiv Binası, Piskoposluk ve St. Triphon Katedrali bu meydanı çevreleyen önemli yapılar. Simge
yapılardan biri olan, 1166 yılında Gotik tarzda yapılmış St. Tripon Katedral’de
depremden nasibini almış, depremden sonra çan kuleleri barok tarzında inşa
edilmiş. Venetian Askeri hastanesi yönüne gidip Gurdic hapisanesinin olduğu
kuleye çıkıp körfezi fotoğraflıyoruz.
En arka sokaktan St. Joseph kilisesine ulaşıyoruz. Bu
meydanda kahve ve su molası
Dar sokağı geçip bir alttaki Cırkula Meydanına geliyoruz. 17. YY’ da yapılmış ve Karampana Çeşmesi olarak adlandırılan
bu tulumbadan su almaya gelen kadınların, tulumba başında yaptıkları sohbet ve
konuşmalardan adını alarak bu meydan dedikodu meydanı olarak isimlendirilmiş. Şehrin
soylu ailelerinden Grgurinalara
ait bir malikâne olan, Maritime
Denizcilik Müzesinin binası, Barok tarzda 1732 yılında yapılmış
Arnavut kaldırımlı, dar ve gölge sokaklardan
yürüyerek, St. Nicholas ve St. Luke kiliselerinin bulunduğu, St. Luke meydanına varıyoruz. 1195
yılında yapılan ve depremlerden zarar görmeyen tek kilise olan St. Luka kilisesi önceleri Katolik
kilisesi olarak hizmet verirken, daha sonra Ortodokslara bırakılmış. Meydanda
ki diğer bir kilise, iki çan kulesine sahip, St. Nicholas Kilise’si Bizans tarzında inşa edilen kilisenin
yapımı 1902 de başlamış ve 1909 yılında tamamlanmış.
Şehrin arkasındaki St Jhon Kalesine çıkmıyoruz.
Silahlar (Odoruzja) Meydanına gelip
girdiğimiz kapıdan çıkıp arabamıza gidiyoruz.
Otopark yolunda park eden tur
otobüsleri trafiği maalesef etkiliyor.
Ver elini Dubrovnik diyerek
yola çıkıyoruz. Nefis fiyordun tadını çıkararak geçiyoruz.
Yol boyunca Perast Adaları
ilk karşımıza çıkan yer. Yolda dağların arasında kalan kilise ve şapeller var. Küçük kasabalara yoldan
ayrılıp inme gerekiyor. Yolları dar.
Pearst’dan adalara tekneler var. Sveti Dorde adında ki doğal ada
üzerinde ise meşhur ve fotoğraflardan tanıyacağınız St. George Benedictine manastırı bulunuyor. Benedictine tarafından 9. yy. da
kurulan ilk manastır, yıllar içerisinde korsan istilaları, depremler,
yangınlar, tadilatlar, onarımlardan sonra bugünkü durumuna geliyor. Manastır
içerisinde bir de mezarlık var. Adaları gezmek isterseniz kişi başı 2 Euro
karşılığında Perast’tan
bineceğiniz teknelerle ulaşabilirsiniz.
Perast Adaları içinde bir diğeri içinde küçük yapı
bulunan Gospa od Skrpjela adıyla
yapay bir ada, seferden başarıyla dönen her denizcinin burada bulunan bir batık
üzerine attığı kayalarla oluşturulduğu rivayet ediliyor. Atılan taşlarla oluşan
bu ada üzerinde, ilk yapı olan kilise 1452 yılında inşa ediliyor. 1632 yılında
Sırp Ortodoks’lar tarafından yapılan Our
Lady of the Rocks kilisesi var.
Bu arada arzu ederseniz körfezi dolaşmazsınız. Feribot
kullanabiliyorsunuz 4euro. 1 saat kazanırsınız ama bu doğal güzelliği
bırakmayın.
Karadağ’da geçeceğimiz son yerleşim yeri Herceg Novi. Yılın 200 gününü güneşli
geçiren bu şehir, 1482 yılında Osmanlı
tarafından fetih edilmiş. 200 yıl kadar hüküm sürülen bu topraklar daha sonra Venediklilere bırakılmış. Kısa
süre Rusların elinde kalmış ve
Avusturyalı’ ların da egemenliğine girmiş. 1382 yılında Bosna Kralı tarafında kurulan bu
kentte Osmanlı’nın kanlı savaşlar
verdiği ve ismini buradan alan Kanlı
Kule’ye uzaktan bakarak geçiyoruz.
Ve Hırvatistan sınırındayız. Prva Banka şehrinden
sınırı geçiyoruz.
(Devamında Hırvatistan: Dubrovnik ve Slano)
Yorumlar