Bu gün Trençkotunuzu Humphrey Bogard için giyin





Whatsapp'da KLY grubumuzda 15 Şubat 2020 tarihinde yaptığım program.




Oscar töreninin olduğu haftada Hollywood’un efsanevi ve unutulmaz oyuncusu HUMPHREY BOGART bu akşam konuğumuz. 

Kişisel olarak sinema konusunda kesinlikle iddialı değilim. Önce onu belirtmek isterim. Katkılarınıza açığım… Merakımı Bogard yorumlarını kendi izlediklerimle birleştirerek sizlerle paylaşıyorum.
Humphrey Bogard’ı küçüklüğümdeki TRT’deki siyah beyaz filmlerden bu yana merak ve beğenerek izledim. Bogard’ın vedasından sonra kimse onu taklit edemedi hatta etmeye dahi cesaret edemediğini düşünüyorum. Şimdi duygularını belli etmeyen, gizemli, kişisel, serüvenci, yalnızlığı seven Humphrey Bogard’ın hayatına biraz girelim.




Humphrey DeForest Bogart'ın, 25 Aralık 1899'da New York'ta doğduğu yazılıyor. Ancak bazı söylentilere göre bu tarih, aktörü doğum tarihiyle daha da özel göstermek için tasarlanmış (İsa'nın doğumgünü) zira doğum tarihi bazı kayıtlarda 23 Ocak 1899. Fakat bir çok resmî kayıtta aktörün doğum tarihi 25 Aralık olarak geçiyor. Fotoğraf tarihi 1901. 2 yaşında Humphrey. 

"Bogie", Manhattan'lı zengin bir cerrah baba (Belmont DeForest Bogart) ile sanatçı -The Delineator isimli kadın magazin dergisine resim yapan - bir annenin (Maud Humphrey) oğlu. 2 kardeşi vardı (Bazı kaynaklar 2 kız bazı kaynaklar bir kız, bir erkek kardeş diyor). Bebekliğinde annesi Humphrey’i Mellin mamalarına reklam yüzü olarak çiziyor. 





Anne-babası, tıp okumak üzere Phillips Akademisine gönderiyor. Fakat Humphrey Bogart düşük notları ve bir öğretim üyesine karşı sergilediği saygısız bir davranışı yüzünden okuldan kovulmuş. 1916 tarihli bir fotoğrafında asi kişiliği yansıyor gibi 
 
1918 ilkbaharında Amerika Birleşik Devletleri Donanmasına kayıt yaptırmış 

Donanma'dan kazandığı iki şey karakteristik dudak yarası ve peltek konuşması olmuş. Bu olayın da rivayet edilen iki farklı hikâyesi var. Kimilerine göre, dudağının, gemisine yapılan bir saldırıda, bir şarapnel parçasıyla kesilmiş. Diğer söylencede ise -ki bunun Humphrey Bogart'ın uzun süre arkadaşı olan yazar Nathaniel Benchley tarafından da doğrulandığı iddia ediliyor- Bogart, New Hampshire'da bir denizci hükümlüyle ilgilenme ve bir cezaevinden diğerine nakil görevini üstlenir. Boston'da tren değiştirirlerken hükümlü Humphrey Bogart'tan bir sigara ister, sigarayı veren Bogart kibrit ararken hükümlüden bir yumruk yer ve dudağı patlar. Hükümlü kaçarken Bogart onu 45'lik silahıyla vurur. Bu olay belki de içindeki aktörlüğü ortaya çıkaröış olabilir mi? Bogart, bu "film gibi" olaydan sonra, babası gibi doktor değil, annesi gibi sanatçı olmaya karar verir… Denizci üniforması ile Bogie. 

 Ordudan ayrıldıktan sonra 1920-22 arasında bir aile dostunun Hollywood yapımcısı William A. Brady tiyatro kumpanyasında, önce müdür oldu sonra çeşitli gösterilerde rol almaya başladı. Bir süre sonra sahne yönetmeni olur; bir yandan da Brady'nin New York film stüdyosunda bazı günlük işler yapmaktadır. Brady'nin aktrist kızkardeşi Alice Brady, Bogart'ta oyunculuk yeteneği olduğunu düşünerek ona kendisinin başrol oynadığı "Drifting" (1922) adlı oyunda küçük bir rol verir. 


Daha sonra Bogart, "Swifty" adlı oyunda ilk büyük rolünü alır fakat performansı yetersiz bulunur ve eleştirilir. Yine de, 1920'li yıllarda, çok sayıda "toy genç" rolleri ve romantik ikincil rollerde oynar. Bu sırada, zamanın ünlü aktristi Helen Menken gönlünü Bogart'a kaptırır. Humphrey Bogart 1926'da onunla -daha çok kariyerini düşünerek- evlenmeye karar verir, ancak birliktelikleri bir yıl bile sürmez. 

Sonra 1928 yılında yine bir aktristle ikinci evliliğini yapar. Bu kez eşi yıllardır tanıdığı Mary Philips'tir. Araya uzun mesafelerin girdiği bir evlilik hayatları olur. Humphrey Bogart, Broadway'deki başarılarından memnun kalmayarak 1930 yılında şansını filmlerde denemek üzere Batıya yönelir.


O günlerde, stüdyolar sahne aktörlerini filmlerde oynatmak için can atmaktadırlar, çünkü seslendirme yeni yeni gelişmektedir ve güçlü sesi ve diksiyon eğitimi olan sahne aktörlerine ihtiyaç vardır. Bogart da bu durumdan yararlanarak Fox Film Cooperation ile kontrat yapar. İlk önemli filmi "The Devil With Women" adında bir filmdir ve günümüzde bu filmin adını bilen birine bile rastlamak pek zordur. 



Buna benzer iki sönük film daha yaptıktan sonra Fox ünlü aktörle yapmış olduğu kontratı iptal eder. Bogard bunun ardından, Columbia, Universal ve Warner Brothers için birkaç "unutulan" film daha yapar. Bu dönemde eşi Mary New York'ta çalışarak "ailenin" gelirini sağlamaktadır... 1934 yılındaki,"Midnight" isimli filmin ardından Bogart, sahne kariyerine ve New York'a geri döner. Ancak, artık "toy delikanlı" rolleri için uygun değildir. Oyun yazarı Robert H. Sherwood'un "The Petrified Forest" adını verdiği yeni oyunu için Duke Mantee isimli çok tehlikeli bir katil rolüne uygun birini aradığını duyan Bogart, bu oyun için en azından fiziksel olarak uygun olduğunu düşünmekteydi. Hem oyun ve hem de Bogart eleştirmenler ve izleyiciler tarafından çok tutuldu. 
"The Petrified Forest" (1936) isimli oyunun film haklarını alan Warner Brothers oyunda da başrol oynayan Leslie Howard'a film için de aynı rolü teklif etti. Ama "esas oğlan" rolünü kendi kadrolu oyuncusu Edward G. Robinson'un oynamasına taraftardılar. Tabii ki Leslie Howard, "Bogart olmadan oynamam" diye tutturdu ve Humphrey Bogart da Warner Brothers'la kontratını yapmış oldu...


 Daha sonra 1937 yılında "Dead End" filminde Bogart Bebek Yüzlü Martin rölünde bir gangsteri oynadı. 



Sonraki yıl kariyerinin en kötü filmi olarak kabul edilen "Swing Your Lady" (1938) çevrildi. Aynı şekilde 1939 yılında yine çok tutulmayan "The Return of Dr. X" ve "The Oklohoma Kid" filmleri çevrildi. Profesyonel yaşamındaki zorluklar yetmiyormuş gibi, evliliği de, Mary sahne kariyerini bırakmak istemediği için çıkmaza girdi. Ayrıldıktan hemen sonra Bogart, "Marked Woman"da ateşli aktirist Mayo Methot ile tanıştı. Ağustos 1938'de evlendi. Ancak evlilik kıskançlık, kavga, alkol üçgeninde yürüyordu. 


1938 yılında Angels with Dirty Faces de rol aldı. İyi ve kötünün çatışmasını iki çocukluk arkadaşının
 seçtikleri farklı yollar çerçevesinde anlatır. James Cagney’in muhteşem performansı her ne kadar 
diğer oyuncuları perdelese de Bogart’ın canlandırdığı mafya karakteri ile iyi ve kötünün ayrımını 
kuvvetlendirecek anahtar bir işlevdedir. Usta oyuncu bu filmde başrol oynamasa da 
Angels with Dirty Faces kariyerindeki önemli başyapıtlardan biridir.
 
 
Bogard; Aktör, gangster kalıbı içinde sıkışıp kalmıştı. Warner B.'la daha iyi roller için sürekli tartışmaktaydı ama çekip gitmeyi göze alamadığı için bir yandan da sürekli taviz vermekteydi. "They Drive By Night" ve "Invisible Stripes" gibi (1940) filmlerde rol aldı. Bir yıl sonra, Paul Muni'nin ve Roy Earle'in reddettiği rol Warner'ın isteksizliğine rağmen Bogart'a verildi. "High Sierra", John Huston'ın seneryosu, Walsh'ın yönetmenliği, Bogart ve yardımcı oyuncu Ida Lupino'nun da performanslarıyla çok büyük bir sükse yaptı. Bogart ve Huston daha büyük bir yapım için tekrar bir araya geldiler, bu film "The Maltese Falcon"un üçüncü ve en güzel versiyonuydu. Kara-film taezının belki de kilometre taşlarındandır bu film. Bogart'ın bu filmdeki dedektif Sam Spade tiplemesi yine 40'lı yıllarda Alan Ladd'dan George Raft'a taklit edilmeye çalışıldı. Ama bence bundan sonraki dedektiflik tiplemelerine örnek oldu. Bu filmin yarattığı sansasyonun ardından Bogart, artık, Davis, Cagney, Robinson ve Errol Flynn ile birlikte Warner'ın üst kademelerinde idi.

Filmin gerilim müziklerini sıkılmazsanız dinleyebilirsiniz


"Across The Pacific" filmi için Bogart, Astor, Greenstreet ve Huston tekrar biraraya geldiler. Film savaş zamanında geçen bir macera filmiydi. Bogart, yine 1942'de geçen başka bir savaş filmi daha çevirdi. Filmin adı "Casablanca" idi! Bogart'ın ilk "romantik" rolüydü ve bu filmdeki performansının ardından Oscar'a aday gösterildi. "Casablanca", 1943 yılının en iyi filmi seçildi, günümüze kadar da herkesin "gönlündeki" ilk 10 film listesine girmeyi başardı. Yine de çoğu insan, bu film çekilmeye başlandığında senaryosunun sadece yarısının vardı. 

Film 27 yaşında bir İngilizce öğretmeni olan Murray Burnett ve senarist Joan Alison’ın 1940 yılında yazdığı Everybody Comes to Rick’s adlı tiyatro oyunundan uyarlandı. 7 Aralık 1941’de Japonya’nın Pearl Harbor’a gerçekleştirdiği saldırının ardından Amerika Birleşik Devletleri resmi olarak II. Dünya Savaşı’na girmişti. Ertesi gün Warner Bros. prodüksiyona girmemiş olan tiyatro oyunu Everybody Comes to Rick’s’i beyazperdeye uyarlamak üzere değerlendirmeye aldı. Zamanlama dolayısıyla tüm film stüdyoları vatanseverlik temasını öne çıkaran yapımlar çekme arayışındaydılar. Everybody Comes to Rick’s de tam olarak bu ihtiyaca karşılık verecek nitelikteydi. İki hafta sonra Warner Bros. yöneticilerinden Hal B. Wallis oyundan uyarlanacak filmi çekmeye karar verdi. John Cromwell’in 1938 yapımı Algiers isimli filminin başarısından ilham alan Warner Bros. oyunu beyazperdeye Casablanca ismi ile uyarlamaya karar verdi.


Aktörlerin senaryoları ellerine günlük olarak veriliyordu ve filmin sonunun nasıl biteceğini kimse bilmiyordu. Nihayet, iki farklı final çekilmesine karar verildi. Farklı gösterimlerde her iki final de seyirciye izletilecek ve en etkileyici olan seçilerek geniş kitlelere bu final ile sunulacaktı. Ancak, ilk çekilen final versiyonu o kadar çok beğenildi ki diğerinin çekilmesine gerek olmadığına karar verdiler... "Casablanca" filmi çevrilirken, Bogart'ın eşi Mayo, Ingrid Bergman'ı kıskandığı için sık sık sete geliyordu. 

Film boyunca Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman arasındaki boy farkı sürekli değişiyor. Bunun sebebi Bergman’ın aslında Bogart’tan birkaç santim daha uzun olması. Filmde Rick’in Ilsa’dan daha uzun olduğu izlenimini vermek amacıyla ayakta durdukları sahnelerde Bogart tahta bloklar üzerinde duruyordu. Oturdukları sahnelerde ise Bogart yastık üzerinde oturuyordu. Bazı sahnelerde de Bergman’dan hafif kambur durması istendi.


Casablanca’nın 8 Aralık 1942’de Müttefikler tarafından işgal edilmesinden sonra stüdyo yöneticileri henüz vizyon için hazır olmayan filmin işgal sürecini de ele alması yönünde bir teklifte bulundular. Ancak Warner Bros. şefi Jack L. Warner, işgalin tek başına bir film olabilecek kadar geniş bir konu olduğunu düşündüğünden bu teklife itiraz etti. Warner, filmin ana öyküsünün savaş öncesi bir atmosfer gerektirdiğine inanıyordu. Ancak Warner da en sonunda pes etti ve kapanış sahnesinde Rick’i canlandıran Humphrey Bogart ve Louis Renault’ı canlandıran Claude Rains arasında işgale dair bir diyalog geçmesine karar verildi. Ancak Claude Rains, çekim için stüdyoya gelemeden yapımcılardan David O. Selznick filmin ilk hâlini izlemiş ve Jack L. Warner’ı filmi bu şekilde yayınlaması için ikna etmişti bile. 




Filmin açılış sahnesinde görünen küre harita, II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında dünya çapında politik ve ekonomik gücü elinde bulunduran Üçüncü Reich Almanyası, Japon İmparatorluğu ve Britanya İmparatorluğu’nun sınırlarını gösteriyor. 

Rick’in gece kulübü, film için inşa edilen tek orijinal set. Dönemin savaş şartları ve ekonomik sıkıntılar sebebiyle filmin çekildiği diğer tüm setler Warner Bros.’un eski prodüksiyonlarından kalan parçaların yeniden değerlendirilmesi ile oluşturulmuş. 
Hatırlayacağınız üzere; “Tekrar çal Sam.” repliği ile akıllarımıza kazınan Casablanca filminin yıldızı Rick Blaine, siyah beyaz yılların en centilmen filmlerindendir.


2. Dünya Savaşı döneminde ve dönemin en ünlü kaçış yolu olan Fas’ın Kazablanka kentinde geçiyor. Bogart’ın hayat verdiği, duygusal açıdan oldukça mesafeli fakat bir o kadar da centilmen Rick karakteri, şehrin en popüler barını işletmektedir. Unutamadığı eski aşkı Ilsa, direniş lideri kocası Victor Laszlo ile ansızın karşısına çıktığında, Rick onların kaçışı için her türlü desteği verir.
Filmin tüm müzikleri;


Casablanca, kaç defa seyredilse seyredilsin, her seferinde insana yeni tatlar veren, hiç bıktırmayan, her bir tiplemesi ayrı bir değerde olan filmdir benim için.  Üç Oscar Ödülü kazanan filmde Bogie, Oscar adayları arasındaydı; ödül daha sonraki yıllarda gelecekti.

Başta da dediğim gibi; 2000’li yılların başında Madonna, Casablanca’yı yeniden çekmek üzere pek çok stüdyoya teklifte bulundu. Madonna Ilsa Lund’u kendi canladırmak istiyor, Rick Blaine rolü içinse Ashton Kutcher’ı düşünüyordu. Ancak teklifte bulunduğu stüdyolardan hiçbiri bu teklifi kabul etmedi. Teklifi reddeden stüdyolardan biri ise filmin “dokunulmaz” olduğu gerekçesiyle yeniden çekim fikrine sıcak bakmıyordu. Sonunda Madonna projeyi iptal etmeye karar verdi.

Bir Hemingway uyarlaması olan “To Have and To Have Not” (1944) filminin setinde dördüncü eşi, en büyük aşkı Lauren Bacall ile tanıştı. 




Mayo'nun eşinden vazgeçmek istememesi ve direnmesi yeterli olmadı. Çift, 10 Mayıs 1945 tarihinde boşandılar. Bogart bu tarihten tam 11 gün sonra, 21 Mayıs 1945 günü Lauren Bacall'la evlendi. Birliktelikleri ünlü aktör ölünceye kadar devam etti. 
1950 yılından bir tv söyleşisi 

Warner Brothers, düğün hediyesi olarak Bogart'la 15 yıllık bir kontrat imzaladı. Bu kontrata göre aktörün yıllık kazancı 1 milyon dolar olarak belirleniyordu. Bogart'ın şansı her bakımdan dönmüştü… Ona yeni eşiyle birlikte hiç vakit kaybetmeden üç film daha çevirttiler. Bunlar: "The Big Sleep" (1946), "Dark Passage" (1947), "Key Largo" (1948) idi.





Raymond Chandler’ın romanından Howard Hawks tarafından sinemaya uyarlanan film kara-film listelerinin demirbaşlarından biri olan The Big Sleep, oldukça karışık olan senaryosu ve aslında gerçek suçlunun kim olduğunun doğru düzgün anlaşılamaması ile hatırlanmaktadır. Efsane aşıklar Humphrey Bogart ve Lauren Bacall’ın performanslarıyla başyapıt konumuna yerleşen film Bogart’ın unutulmazları arasındadır.



Bu filmleri çevirirken arada başka ekiplerle de "Dead Reckoning"(1947) ve "The Two Mrs. Carrolls" (1947) filmlerini çeviriyordu. 
1948’de John Huston'la çevirdiği "The Treasure of The Sierra Madre" eleştirmenler tarafından çok beğenilmişti fakat 
halk gösterimi başarısızlıkla sonuçlandı. John Huston ve Humphrey Bogart ortaklığının ikinci başyapıtı olan film, 
western kalıplarıyla çevrili bir hazine arama öyküsü anlatıyor. Film insanın en kirlenmiş yanlarına vurgu yaparak 
bu türün para için terk edebileceği değerlere dikkat çekiyor. Film insan odaklı derinliğiyle varoluşsal dehlizlere dalıyor 
ve klasik western türünden ayrılan belirgin özelliklere sahip olduğunu gösteriyor. Humphrey Bogart ise çaresiz bir insanın 
ruh halini yansıtırken her rolün adamı olabileceğini kanıtlamaktaydı


Filmin müzikleri:


Bu arada 1947 yılında Bogart, Santana Pictures Şirketi'ni kurdu. (Büyük aşkı Bacall'dan sonra hayatındaki en önemli şey teknesiydi ve onun da adı Santana idi.) Kendi yapım şirketini kuran ilk aktördü. 1949-51 yılları arasında Columbia için dört Santana yapımı çıkardı, "Knock On Any Door", "Tokyo Joe", "Sirocco", "In a Lonely Place"...



Amerika’nın yetiştirdiği en iyi ve zamanının ötesinde yönetmenlerinden biri olan Nicholas Ray’in yönettiği In a Lonely Place, listedeki filmler arasında psikolojik derinliği en yüksek olan yapım olarak öne çıkıyor. Bir senaryo yazarının içine sürüklendiği polisiye olaylar ekseninde karakterin psikolojik çözümlemesine de önemli yer ayıran film, sektör eleştirisi yaparken karakterinin iç buhranlarına değinmekten de geri durmuyor. Humphrey Bogart bu oldukça zorlayıcı karakter profiline adapte olmakta güçlük çekmiyor ve bahsettiğim psikolojik derinliğin seyirciye kusursuz bir şekilde geçmesini sağlıyor 

Bogard’ın çektiği ve çevirdiği filmlere Warner çok kızıyordu, çünkü Bogart aktörler arasında "yapımcılık modası"na yol açabilirdi, üstelik halâ onlarla kontratı vardı ve onlar adına çalışıyor olması gerekiyordu. 50'lerin başlarında iki önemsiz film olan, "Chain Lightning" ve "The Enforcer" ile Warnerlar'la kontratını sonlandırdı. 

1949 yılında Bogartların ilk çocukları olan oğulları Stephen Humphrey doğdu, 1952 yılında da kızları Leslie Howard...





The African Queen: Hayatında her zaman ona şans getiren John Huston ile yine bir araya geldi. 1951’de Afrika yollarına düştüler. Filmde bir başka unutulmaz oyuncu daha vardı; Katherine Hepburn. Bogie bu kez, serseri, pasaklı, küfürbaz, ayyaş bir kaptan rolündeydi. Bunun da üstesinden başarıyla geldi. Ve hayatının ilk Oscar’ını bu ayyaş rolüyle aldı. Rakipleri Marlon Brando ve Fredric March'ı geride bırakmıştı.


Bu filmden sonraki filmlerinde karakterleri birbirinden epeyce farklı olmuştu. Alkol ve sigara kansere yakalanmasına neden oldu.  Üçüncü kez Oscar’a aday olduğu "The Caine Mutiny" de dengesiz Kaptan Queeg'i canlandırdı.


"Beat the Devil'inde güvenilmez maceraperesti, "The Barefoot Contessa"daki film yönetmenini, "Sabrina"da Kuaför'ün kızı Audrey Hepburn'a gönlünü kaptıran ruhsuz işadamını oynadı. Bir İstanbul Masalı dizisine ilham olduğu söylenen film. Diğer yandan Bogard ve Hepburn arasındaki yaş farkı filmin en çok eleştirilen başlıklarındandır.



"Desparate Hours"da da bir aileyi rehin alan kötü adamı oynadı. Büyük usta William Wyler’ın gerilim 
filminde Bogart’ı kötü adam rolünde görüyoruz. Her türlü rolden alnının akıyla sıyrıldığından emin
 olduğumuz Bogart, bu filmin içinde barındırdığı gerilimi kuvvetlendirecek bir performans ortaya
 koyuyor. Soymaya geldikleri evin sakinlerini esir alan hırsız çetesinin liderini canlandıran oyuncu, acımasızlığı yüzünden okunan bir salt kötü imajını ustalıkla çiziyor 



Usta oyuncunun ölmeden önceki son filmi olan The Harder They Fall, boks sporuna ve bu sporun 
arka planında dönen illegal işlere odaklanıyor. Eddie Willis adında bir menajeri canlandıran Bogart
 temsil ettiği camianın ete kemiğe bürünmüş hali olarak çıkıyor karşımıza. Üstündeki bütün yüklerden 
ve etrafında dönen onca dalavereden yorulan karakterin hayata karşı çökmüş halini fazlasıyla gerçekçi 
bir şekilde canlandırıyor.
 

  
Tedavi çabaları sonuçsuz kaldı ve Bogart, 14 Ocak 1957 tarihinde uykusunda öldü. 
Cenaze törenindeki konuşmayı yaşamının tüm dönüm noktalarında onunla birlikte olan Huston yaptı. 
Konuşmasında "Onun gibi biri bir daha asla olmayacak" dedi...
 

 
Rahat uyu Bogie....
Arzu edenlere youtube da 45 dakikalık bir hayat hikâyesi de var.



Sam Spade, Rick Blaine, Duke Mantee ve Fred C. Dobbs ... seni özlüyoruz.


Yorumlar

Popüler Yayınlar