KENTİN DÜĞÜM NOKTALARI: MEYDANLAR
Karşıyakamız hem farklılıkları bir
arada bulunduran hem de birlikte yaşamaya olanak sağlayan; diğer yandan hem
birey olmamızı ama hem de toplum haline gelme yeteneğine ulaştıran bir kenttir.
Türkiye’de birçok kentin ilerisinde bir yerdir. Dünyada bir çok kentte bu
farklılıkların bir araya geldiği, bu farklılıkların alış verişte bulunduğu mekânlar
vardır. Buraları kentlerin belki de düğüm noktalarıdır. İşte bir kentin en
önemli düğüm noktalarından birisi de meydanlardır. Bir kentte böylesi mekânlar
olmaksızın farklılıkların birbiriyle karşılaşması, iletişime geçmesi ve bir
toplumu oluşturmaları pek kolay değildir. Kentlerinizde böyle mekânlar yoksa o
kentin barındırdığı nüfus ne kadar büyük, ne kadar modern, ne kadar çok bina
olursa olsun kentin kimliği ve kültürü oluşamaz. İnsanların bir araya geldiği, iletişime geçtiği, ortak aktiviteler ve
eğlenceler düzenlediği meydanları ve kamusal açık alanları olmayan bir yerleşim
alanı demokratik de değildir.
İşte bu nedenle bu ay bana ayrılan bölümde meydanlara yer vermek
istedim. Karşıyakamız’da akla gelen bazı meydanlar var. Gerçek meydan anlamında
içinde anıt bulunan tören amaçlılar; Cumhuriyetimizin 50. yılında açılan Anayasa
Meydanı (veya bilinen hali ile Anıt), Bostanlı Demokrasi Meydanı. Mahalle
ölçeğinde Şemikler, Nergiz, Alaybey, Bostanlı meydanları. Ama yine de en ünlü
ve doğalı mikro ölçekte olsa da aşağıda yazdıklarımıza hitap eden “HERGELE
MEYDANI” dır. Hergele meydanı apayrı bir yazı ve inceleme konusudur.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim kentler insanlar gibidir, bir
bedeni bir ruhu vardır. Böyle baktığımızda tiyatrolar, kütüphaneler, müzeleri
nasıl şehrin ruhu ise, meydanlar da şehrin bedeninin bir parçasıdır. Tıpkı
kaldırımları, sokakları, sahili gibi. İster ülkemizde ister yabancı bir
ülkede olsun, orayı keşfetmeniz için mutlaka meydanlarında zaman geçirmeniz
gerekir. Restoranına, kafesine oturup soluklanmanız, o şehrin kokusunu içine
çekmeniz gerekir. Roma’ya gidip Fiori meydanında oturup kahve içerken pazarcılar,
çiçekçiler arasından Giordano Buruno’nun yakıldığı yerdeki heykeline bakıp o
dönemin bağnazlığını bu güne bağlayıp düşünmezseniz Roma eksik kalır.
Meydanların ilk oluşumunun
iktidarın kendi gücünü ve otoritesini sağlamlaştırma niyetiyle bağlantılı olduğunu
biliyoruz. Dinin egemen güç olduğu Ortaçağ döneminin meydanları, dinsel törenlerin
yanı sıra yasalara uymayan asilerin ibret için cezalandırıldığı ve idam
edildiği otorite tesisine hizmet eden alanlardı. Daha sonra Rönesans döneminde
ise, oldukça büyük biçimde inşa edilen bu meydanlara konulan askeri simgeler,
dinsel simgeler ve iktidarın gücünü simgeleyen anıtsal yapı ve heykellerle
bireyin iktidar karşısındaki güçsüzlüğü gösterilmek istenmiştir. Hatta 3.
Napolyon’un 1853′de Baron Haussman’dan büyük meydanlar ve geniş bulvarlarla
Paris’i yeniden imar etmesini istemesinin arkasında; halk isyanını kolay
biçimde bastırmaya yönelik askeri bir kaygı olduğu, yaygın biçimde
dillendirilen bir iddia vardır.
Birçok sosyolog ve mimar
meydanlar için; kentlilerin dini, siyasi, kültürel ve ticari nedenlerle açık
bir mekânda toplanma gereksinmesinin kentsel hayatla yaşıt olduğunu yazar. Kent
meydanları, agora, forum, plaza, campo,
piaza, grand place olarak adlandırılmaktadır. Meydanlar Cumhuriyetin ilk
dönemlerinde kentin temel öğesi olarak kent kültürünün önemli bir parçası
olmuştur. Ancak Türkiye’nin 1950’li yıllarda başlayarak hızlanan gelişme ve
değişme sürecinde yaşadığı hızlı kentleşme olgusuyla birlikte, kentler sürekli
büyümüş ve nitelik olarak değişmiştir. Bu nedenlerden dolayı kent meydanları, tarih boyunca kentlerimizin kimliğini ve
kişiliğini ortaya koyan önemli bir kentsel yaşam odağı iken günümüzde taşıt trafiğini
hafifletecek kavşaklara veya otopark olarak kullanılarak özgün değerlerini
yitirmişlerdir. Ankara Cebeci Meydanı otopark, Konya Zafer meydanı bisiklet
binme amaçlı kullanılırken övündüğümüz Karşıyaka’da Demokrasi Meydanına kay
kaycılar için asılmış tabela da üzücüdür.
Karşıyaka’da halen var olan
meydanlar aslında benim kastettiğim mekânlar değil. Hayalim Karşıyakalının
birbiri ile buluştuğu kahveleri, restoranları ile çevreli, küçük dükkânların,
sokak müzisyenlerinin, sokak ressamlarının, sokak tiyatrocularının olduğu bir
meydan yaratabilmek. Tabi böyle bir meydan yaratmak aslında kolay değil. Birkaç
binayı yıkınca ortaya güzel bir alan çıkıyorsa 2- 3 apartman bir otopark rantı
iştahını kabartıyor. Veya iki heykel dikip, yeşillendirme ile de olmuyor.
Karşıyaka için bence kaçan bir
meydan çarşının sonundaki istasyon bölgesidir. Yapılan metro çalışmalarında durak
yer altına çekilip, minibüsler başka bir alana kaydırılabilseydi burada eski
istasyon binası (ki sonra bir Karşıyaka Müzesi olmasını istiyoruz), Zübeyde
Hanım Anı evi, belediye, yüz yıllık çarşımız ile soluklanabileceğimiz bir mekan
olabilecekti. Belki daha zahmetli ve masraflı meydanı İskelede geçen yolu yer
altına alarak kazanabiliriz. Keza Bostanlı’da cami – balıkçılar parkı ve Cemal
Gürsel Caddesinin bir bölümü ile yaratılabilir. Buralarda yolları mutlaka
yeraltına almak gerekecek. Maliyetli ama yapılabilir. Önemli olan yapmayı
istemek.
Peki hükümet ve yerel
yönetimler bunu ister mi? Mimar Doğan Kuban hoca şöyle diyor “Eski Türk kentlerinde, genellikle, meydan
bulunmamaktadır.
Türk kentlerinde Avrupa’daki gibi belirgin bir meydan anlayışı olmadığını, bu
meydanların işlevini yerine getiren camiler ve cami avlularının bulunduğunu ve
toplumsal yaşantının merkezi zaten cami olduğu için ayrıca kent meydanın
gelişmesini teşvik edecek bir toplumsal isteğin de oluşmadığını”
belirtmektedir. Aslında düşündüğümüzde, meydan dediğimizde köy değil kent
meydanları akla gelmelidir. Zira Osmanlı yaşam biçiminde semt ve
mahallelilik kavramı önemlidir. O dönem kamusal alanlar genellikle erkeklere
aitti ve erkeklerin yaşamı da yürüyüş mesafesindeki ev – işyeri - kahvehane -
cami – çarşı beşgeni arasına sıkışmış durumdaydı. Dolayısıyla bu alanlarda
kadın – erkek, çoluk – çocuk bir meydan kültürünün oluşması da beklenemezdi.
Dünyada meydanlara
baktığımızda baskıcı iktidarlar, iktidarın gücünün sembolü olan kent
meydanlarından yanaydılar. Bugün de iktidarlar “kent meydanı”
istememektedirler. Birbiriyle en az ilişki içinde yaşayan “cemaat/hısım –
akraba/memleketli” adacıklardan oluşan bir kent, bugünün iktidarlarının da tercihidir.
Zaten var olan kent meydanları, uygulanan politikalar sonucu giderek kamusal
alan niteliklerini kaybetmektedirler. Hatta buralardaki milli bayramlarımızdaki
törenler bile yavaş yavaş kaldırılmaktadır. Kentlilerin iş ve ev arasındaki
sıkışmış yaşamları, neredeyse gettolara dönüşen mahalle veya sitelerdeki
yaşamları; AVM adlı toplu alışveriş merkezlerine hapsedilmek istenmektedir.
Yukarıda
bahsettiğim ve Karşıyaka’da hatta İzmir’de özlemini duyduğum meydan; toplumcu
bir yerel yönetim anlayışında inşa edilen ve bir mekânsal boşluğun
oluşturulmasından öte bir konudur. Kent meydanlarının kamusal alan
niteliklerinin korunmasına özen gösteren ve mimari alanda da bir yandan geçmişin
mirası ile birleşerek demokratik ve eşitlikçi meydan projeleri yaratılmalıdır.
Neticede şehir meydanları, o şehirde yaşayanların geçmişle
ve gelecekle köprü kurdukları, ruhlarının dinginlik kazandığı, “biz” duygusunu hissettikleri, sosyal
varlıklarını, ilân ettikleri ortak paylaşım alanlarıdır. Karşıyakalı olarak “Biz Karşıyakalıyız”ı daha güçlü
söyleyebilmek, Karşıyaka kent kültürünü geliştirmek için özgürlük ve demokrasi
mücadelesi vereceğimiz en az bir meydana ihtiyacımız var.
Yorumlar